Kapitalist düzenin gölgesinde, her çağda ve coğrafyada Anne olmak!

Yayınlama: 11.05.2025
A+
A-

Anneler Günü, ilk kez 1908 yılında, Amerikalı Anna Jarvis’in annesinin vefatının ardından onun hâtırasını yaşatmak maksadıyla başlattığı bir etkinlikle ortaya çıktı. 1914’te dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson, Mayıs ayının ikinci pazarını resmî olarak ‘Anneler Günü’ ilân etti. Kutlama kısa sürede cihanşümul bir hâl aldı. Ne var ki Jarvis, bu mânevî günün ticarîleştirilmesine karşı durmuş ve ömrü boyunca bu istismara karşı mücadele etmiştir.

Her yıl bu vakitlerde vitrinler rengârenk çiçeklerle donatılıyor, reklamlarda en gösterişli hediyeler sıralanıyor. Kapitalist düzen için kaçırılmayacak bir fırsat. Süslü sözler, pahalı hediyeler, vicdanı okşayan cılız jestler.. Belki bir günlüğüne ‘mükemmel evlat’ rolüne bürünüyoruz. Fakat kendimize dürüstçe sormalıyız, bir ömre sığan bu yüce sevgiyi, sadece bir günle yâd etmek ne kadar sahici, ne kadar kâfî?

Vaktiyle anne, evin baş köşesinde idi. Sözünün hükmü vardı, varlığı huzurun bizzat kendisiydi. Şimdi evler büyüdü belki, fakat annelere ayrılan mekân daraldı. Evler konforla dolup taştı ama çoğu annenin hâlâ kendine ait bir odası dahi yok. Huzurevleri, ‘çok meşgulüz’ diyemeyişimizin mazeret yuvası hâline geldi. Oysa bir annenin kalbini süslü armağanlar değil, hatırlanmak ısıtır. Sıcak bir çay, kısa bir ziyaret, sessizce yanında oturmak. Bazen yalnızca birlikte susmak bile kifâyet eder. Zira anneler şatafatlı kelimeler değil, içten bir bakış bekler. Kalpten gelen bir ‘buradayım’ yeter çoğu zaman.

Lâkin meselenin bir deç diğer yüzü var. Dünyanın bazı coğrafyalarında anne olmak, sadece duygusal bir bağ değil; bizzat bir hayatta kalma mücadelesidir. Gazze’de bir anne olmak, çocuğunu bombalardan korumaya çalışmaktır. Açlığa, yokluğa rağmen evlâdına yaşamayı öğretmeye çalışmak. Her sabah “Bugün hangimiz sağ kalacak?” sorusuyla uyanmak.. Zulmün arşa çıktığı bir başka coğrafya olan Doğu Türkistan’da ise anne olmak, çocuğuna kendi dilinde isim verememektir. Bir sabah evlâdının sessizce alınıp götürülmesini çaresizce seyretmek… Kendi anneliğini gizleyerek, evlâdının yaşamasına umut bağlamak.

Bir yerde hediye seçen annenin gözleri parıldarken, başka bir yerde mezar taşını silen annenin elleri titriyor. Bu fark, sadece gönlümüzü burkmamalı; vicdanımızı sarsmalı. Elbette Anneler Günü’nü kutlamak güzeldir. Ama yalnızca bir gün, bu kıymetli varlıkları yâd etmeye kâfi midir? Zira anneler, her gün annelik yapar. Sabahın seherinde kahvaltı hazırlayan, gecenin zifirinde evlâdı hastalandı diye uykusunu bölen, düştüğümüzde bizi kaldıran ama kendisi düştüğünde bunu gizleyen kadınlardır onlar.

Bugün belki bir çiçek alırsınız, yahut güzel bir söz fısıldarsınız. Lâkin asıl mühim olan, yarın da aramak. ‘Nasılsın anneciğim?’ demek. Bazen yalnızca dinlemek. Zira o hep bizi dinledi, hep bizim nasıl olduğumuzu sordu. Bir gün de biz onu soralım. Benim annem ‘Allah seni korusun evlâdım’ dediğinde, gökyüzü başımı okşar gibi olurdu. O cümleler, ne zaman zorlansam içimi ısıtan bir sığınak olurdu. Eskiler ‘ağzı duâlı kadınlar’ derdi ya, işte o anneler evlâtlarının etrafını görünmez bir kalkan gibi sarar. Duâlarıyla dertleri savurur, gecenin karanlığını aydınlığa çevirirler.

Unutmayalım ki anne; sadece bir günde hatırlanacak bir isim değil, hayata tutunmamızı sağlayan ilk nefes, ilk temas, ilk muhabbettir. Anneliği hediyelerle yâd etmek değil, her günü onun yokluğunda geçmeyecekmiş gibi yaşamak gerekir. Zira bir gün gelir, o elleri tutmak için geç kalırız. Ve o vakit, en güzel çiçekler bile vicdanımıza merhem olamaz.

Velhâsıl, kıymet bilmek bir gönül işidir. Eşyaya değil, insana, unvana değil, duâya değer vermekle başlar her şey. Annelerimize, büyüklerimize, sevdiklerimize vaktinde yönelmek, vefâyı unutmamak en büyük fazîlettir. Zira her şey, kıymeti bilindikçe mânâ kazanır her şey, sevildikçe güzelleşir. Kalbinize dokunabildiysem ne mutlu bana, yazımı lûtfedip okuduğunuz için teşekkür ederim. Vesselâm..

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.