Bir sabah uyanıyorsun, televizyonu açıyorsun, sosyal medyayı karıştırıyorsun, her yerde aynı ifade “Dünya alarm veriyor! Kutuplar eriyor, felaketler kapıda yada 2053 net sıfır karbon hedefi, iklim krizi, karbon salımı azaltılması” sanki hepsi aynı elden çıkmış gibi lanse ediliyor.
Tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi korkacaksın, endişeleneceksin, sonra dönüp kendi hayatına bakacaksın acaba fazla et yedim, fazla minibüse mi bindim yada ben mi bu gezegeni bu hale getirdim? diyeceksin. Bizi suçlu gibi hissettirmeye çalışan bu büyük kurgunun karşısında önce şu soruyu sormak gerekiyor bu enkazın asıl sahibi kim?
Zengin ülkeler yıllarca kömürle, petrolle büyüdü. Sanayi Devrimi’nden bu yana gökyüzüne tonlarca gaz salan, denizleri plastikle dolduran, ekosistemi içinden çıkılmaz bir tahribata uğratan, ormanları dozerle yok eden kimdi? Bugün hala en büyük karbon salımı ABD, Çin ve Avrupa’dan geliyor ama sıra bize gelince “enerjiye zam gelsin, sanayi küçülsün, üretimi azalt, karbon vergisi öde” yüzyıl boyunca sınırsız kalkınma uğruna bu gezegeni acımasızca sömüren onlar oldu. Gelişmekte olan ülkeler ise yüzyıllardır zenginlerin çöplüğü haline geldi.
Peki bu işin aslı nedir, hadi gelin hep birlikte bakalım. Dünya Ekonomik Forumu (WEF), Birleşmiş Milletler (BM) ve Avrupa Birliği (AB) gibi kurumlar bu süreci yönetmek istiyor. Bu süreci yönlendiren ise onların gölgesinde konuşan küreselciler.. Amaçları doğayı korumaktan ziyade yeni bir küresel düzen inşa etmek. Çok az insan ise şunu soruyor, bu hikâyenin arkasında kim var? Bu laflar, bu kavramlar kimin işine yarıyor? Kim bu küreselciler? Elbette bu isimlerden en bilinenleri Bill Gates, Klaus Schwab, Rockefeller ve Rothschild.. Bunlardan Bill Gates tarım arazisi topluyor, Rockefeller iklim zirvelerini fonluyor, Rothschild ise küresel finans ağlarını yönetiyor ve hepsi aynı şeyi söylüyor “Dünya artık böyle devam edemez, sistem değişmeli.” Peki güzel kardeşim, değişecek olan sistem mi, yoksa sadece bizim hayatlarımız mı?
Bu adamların ortak özelliği ne biliyor musun? Hiçbiri pazarda domates seçmiyor. Elektrik faturasını düşünmüyor. Ya da çocuğunun kantine harçlık götürememesini yaşamıyor ama onlar çıkıp bütün dünyaya emir veriyorlar “Karbon ayak izinizi küçültün.”
Burada, bu topraklarda, sabah işe giderken minibüse binecek parayı düşünen insanlar var. Çocuğuna beslenme koyamayan, mutfağında yağın, şekerin hesabını yapan anneler var. Doğal gaz faturasına üç taksit yapıp sobaya dönen insanlar var. Evi kira olup cebi boş, çocuğuna ayakkabı alamayan bir babaya sen nasıl diyeceksin “Kömür yakma, doğayı koru, karbon salma.” Bu söylem, ne vicdana ne akla sığar. Kusura bakmayın ama bu adalet değil, bu küresel riyakârlıktır.
Eşitlikten söz edilecekse, önce adil bir sistem kurulmalı. Çünkü şu an zenginler hem oyunu kuruyor hem de kazancı topluyor. Fakir ülkelere ise yalnızca bedel ödemek düşüyor. Evet, doğa değişiyor. Ama bu değişim binlerce yıllık doğal döngünün bir parçası. Tarih boyunca dünya bazen ısındı, bazen soğudu. Bugün yaşanan her değişimi sadece insan etkisine bağlamak, hem bilimi hem doğayı yanlış okumaktır ve tüm sorumluluğu halkın sırtına yüklemek ne kadar adil olabilir?
Bugün iklim bilimi adı altında sadece tek bir görüşe izin veriliyor. Gerçek bilim tartışmaya açıktır ama bugün iklim konusunda tek seslilik var. Sorgulayan herkes susturuluyor. Halbuki atmosferdeki değişikliklerin sadece insan faaliyetlerine bağlanması, binlerce yıl süren doğal döngüleri hiçe saymak demektir. Bir grup bilim insanı diyor ki iklim değişikliği doğal döngülerin bir parçasıdır. Dünya milyonlarca yıldır ısınıyor, soğuyor, yeniden ısınıyor ama bu sesler hemen susturuluyor. Fonları kesiliyor, inkarcı etiketiyle itibarsızlaştırılıyorlar. Çünkü tek bir gerçek anlatılsın isteniyor. O da şu, insan doğayı mahvetti suçlu sensin ve bedel ödeyeceksin. Elbette bu tek görüş, yeni dünya düzeninin altyapısını hazırlıyor. Enerjiden tarıma, gıdadan finansa kadar her alan yeniden şekilleniyor.
Gerçek çevrecilik, şirketlerin pazarlama stratejisi değildir. Gerçek çevrecilik, çiftçinin toprağını korumak, köylünün yaşamına saygı duymaktır. Gerçek çevrecilik, açlık sınırında yaşayan insana karbon vergisi dayatmak değildir. Bugün sözde çevreciler, kendi özel jetleriyle 3 dakikalık konuşma için kıtalar arası uçuyorlar, sonra dönüp bize diyorlar “Arabana binme, kömür yakma, et yeme.” Peki bu nasıl adalet? Bunu samimiyet olarak göremeyiz. Bu olsa olsa sistemin yeni ambalajıdır.
Üstelik çözüm adı altında hayatımıza dayatılan her şey yine aynı merkezlerin çıkarına hizmet ediyor. Karbon Kredisi diye bir şey çıkardılar hava satıyorlar resmen. Dijital Para dayatıyorlar, nakiti bitirip seni izlenebilir hale getiriyorlar. Yapay Et diyorlar, tarımı şirketleştirip çiftçiyi bitirmek istiyorlar. Köyde soba yakma diyorlar ama doğalgazı da zamlı veriyorlar. Yani çözüm diye sundukları her şey, yine onların cebine para, bizim sırtımıza yük oluyor. Bu çelişkilerin tamamı, aslında tek bir gerçeğe işaret ediyor iklim bilimi değil, iklim politikası konuşuluyor. Ve bu politikanın arkasında devasa çıkar grupları var. Kime çalışıyor bu sistem? Elektrikli araba üreten dev şirketlere mi? Yoksa karbon kredisi alıp satan finans baronlarına mı? Doğrudan söyleyelim, bu işin adı artık çevrecilik değil, küresel düzen mühendisliği. Enerjiyi, tarımı, suyu, teknolojiyi ve parayı kim kontrol ediyorsa, yarını da o yönetmek istiyor.
Bugün Birleşmiş Milletler (BM) sürdürülebilir kalkınma diyor. Avrupa Birliği (AB) yeşil mutabakat diyor. Dünya Ekonomik Forumu (WEF) ise doğrudan yeni dünya düzeni’nden bahsediyor. Klaus Schwab açık açık diyor “2030’da hiçbir şeye sahip olmayacaksın ama mutlu olacaksın” yani mülkünü, üretimini, bağımsızlığını bırak “sana biz yeteriz” diyorlar. Sözde eşitlik adı altında, küresel kölelik planı sunuyorlar.
Biz bu filmi daha önce izledik IMF geldiğinde de aynı oyun oynandı. Özelleştirme dediler, fabrikalar kapandı. Şimdi de karbon dediler, bağımsız enerji kaynaklarımızdan vazgeçmemizi istiyorlar.
Ama artık halk uyanıyor. Bu düzenin kimin için çalıştığını, kimin sömürüldüğünü biliyoruz. Eğer doğayı koruyacaksak, önce insanı koruyacağız. Çünkü adalet, sadece atmosferde değil, mutfakta da başlar. insanlar açken, işsizken, borç içindeyken sen onlara “karbon ayak izini küçült” diyemezsin.
Velhasıl, iklim krizi, su, gıda krizi yada kovid safsatası ile insanlar üzerinde korku algısı oluşturarak kontrol sağlamak isteyen küreselciler ve onun sözcülerine Goebbels’in bir ifadesi ile cevap vermek istiyorum “Yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar ederseniz, sonunda halk buna inanır”
Ama biz bu yalanı kabul etmiyoruz. Unutmayın, “tasarruf edin” diyenler, zenginlerin kirlettiği dünyayı fakirlere temizletmek istiyor ve biz bu yükü sırtlanmayacağız. O yüzden sizlere sadece bir soru bırakıyorum “Gerçekten doğayı mı kurtarmak istiyorlar, yoksa bizi mi yönetmek?” Cevap hepimizin vicdanında saklı.. Okuduğunuz, düşündüğünüz ve vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Vesselam..