Japonya, II. Dünya Savaşı’nın en ağır darbelerinden birini Hiroşima’da aldı adeta bir şehir yok oldu. On binlerce insanını kaybeden Japonya, gelecek nesillerine bu yıkımı unutturmamak için ilkokul sıralarından itibaren öğrencilerini Hiroşima’ya götürüyor. Onlara yalnızca savaşın acısını değil, küllerin arasından yeniden doğabilmenin hikayesini de anlatıyor. Yeniden inşa edilen bir ülkenin nasıl ayakta durduğunu gösteriyor. Her nesil hem geçmişten ibret alıyor hem de geleceğe umutla bakabilmeyi öğreniyor.
Bizim tarihimiz de elbette benzer derslerle doludur. Çanakkale, yalnızca bir cephe ismi değil, yeniden dirilişin adıdır. Toprağın her karışında şehit kanının olduğu, imkansızın mümkün kılındığı, dünyaya meydan okunan bir destandır. Cihanın en güçlü ordularına karşı verilen bir varoluş mücadelesidir. Eskiden çocuklarımızı ilkokul sıralarında Çanakkale’ye götürür, şehitlikleri gösterir, toprağın nasıl kazanıldığını anlatırdık. Tarih, kitaplardan değil taşın, toprağın ve mezar taşlarının sessizliğinde öğrenilirdi. Çocuklarımız vatan ve toprak kelimesinin anlamını orada hissederdi.
Bugün geldiğimiz noktada ise bu alışkanlığımızı kaybettik. Tarihimizle bağımız giderek zayıflıyor. Çocuklarımız, geçmişin hatıralarıyla değil ekranların sunduğu yapay hayatlarla büyüyor. Televizyon dizileri, magazin programları, popüler kültürün dayattığı hızlı tüketilen yaşam biçimleri.. içinde ne Çanakkale var, ne Sakarya ne vefa var, ne fedakarlık. Sadece günübirlik hevesler var.
Asıl tehlike de burada başlıyor. Bir milletin hafızası, çocuklarına verdiği manevi ve ahlaki değerlerle yaşar. Tarihini unutan, geçmişini bilmeyen toplumlar gelecekte aynı hataları tekrar eder. Bizim gücümüz, Çanakkale’de yatanların bıraktığı mirastır. O mirası çocuklarımıza yerinde göstermediğimizde, hatıra yavaş yavaş sararır, solar ve tarih yalnızca kitap sayfalarına sıkışarak hayatın içerisinden çekilir.
Tarih yalnızca geçmiş değildir geleceğe tutulan bir fenerdir. Bu ışığı söndürürsek yolumuzu kaybederiz. Çanakkale’ye götürülen bir çocuk, yalnızca geçmişi görmez; sabrı, direnci ve birlikte olmanın gücünü öğrenir. Bugün siyasi çekişmelerle birbirinden koparılmaya çalışılan toplumumuz için en büyük ilaç işte o ortak hafızadır.
Tarihi anlamlı kılan, yalnızca savaşların sonucu değil içindeki insanlık hikâyeleridir. İşte Çanakkale’de, 17. Alay’ın satır aralarında böyle bir menkıbe yer alır. Çanakkale Savaşları sırasında 17. Alay Komutanı Yarbay Hasan Bey, askerleriyle siperlerde savaşırken bir gün Kilitbahir’e yaklaşırken çeşme başında yaralı bir köpek buldu. Askerleri köpeği kovalamaya kalkınca onları durdurdu köpeği kucağına alıp su içirdi, yaralarını sardı ve ona Canberk adını verdi. O günden sonra Canberk, Hasan Bey’in sadık dostu oldu siperden sipere koştu, askerlerle birlikte savaştı.
Yoğun çatışmalarda Hasan Bey, yerde hareket eden bir Fransız askerini gördü. Yaralı olduğunu düşünerek yardım etmek istedi. Ancak Fransız askeri hançerini Hasan Bey’in üzerine sapladı. Hasan Bey ağır yaralandı. O sırada Canberk, sahibinin yanına koşarak ona sadakatle sahip çıktı. Hasan Bey son nefesini verirken, “Niye zahmet buyurdunuz ya Resulullah” diyerek şehit oldu. Canberk de onun yanına defnedildi. Bu hikâye, insanlık ve sadakatin sembolü olarak hafızalarda kaldı.
Bizim ihtiyacımız olan şey, geçmişi yeniden hayatın içine taşımaktır. Çocuklarımızı yeniden Çanakkale’ye götürmek onlara yalnızca zaferleri değil, fedakârlıkları da anlatmaktır. Açlıkla, yoklukla ama inançla savaşan bir neslin hikâyesini öğretmektir. Çünkü geleceğin sağlam temelleri, geçmişin doğru öğretilmesiyle atılır.
Japonya’nın ve bizim tarih bilincimiz bize şunu gösteriyor. Geçmişi hayatın içine taşımak, çocuklarımızı tarihle buluşturmak şarttır. Onlara yalnızca zaferleri değil, fedakârlıkları da anlatmak gerekir. Çünkü geleceğin temeli, geçmişin doğru öğretilmesiyle atılır.
Tarih bilinci kendiliğinden oluşmaz bu bilinçli bir çabadır. Oysa dizilerle, filmlerle, gündüz kuşağı programlarıyla genç zihinlere sığ, kısa süreli hazlarla dolu bir sosyal çürüme empoze ediliyor. Kahramanlıklar unutturuluyor, fedakârlıklar göz ardı ediliyor, toplumsal değerler silikleşiyor. Gençler köklerinden koparılıyor ve kolay yönlendirilen bir topluma dönüştürülüyor.
Bilinçli bir şekilde tarih unutturuluyor, çünkü tarih bilinci olan bir millete hükmetmek zordur. Çanakkale’de düşmana karşı gösterilen cesaret, Hiroşima’da yaşanan yıkım yalnızca geçmişin değil, bugünün ve yarının derslerini de içerir. Tarihini bilmeyen nesil manipülasyonlara açıktır, dış müdahalelere savunmasızdır ve gelecek vizyonu kısıtlıdır. Bugün televizyon ekranlarından, sosyal medyadan ve popüler kültürün parlak ama boş ışıklarından yayılan mesaj, gençlere tarih bilinci yerine sığ hazlar sunuyor. Bu, tesadüf değil tarihimize, kültürümüze ve değerlerimize yapılan bilinçli bir saldırıdır.
Unutmayalım ki tarihini unutan toplum, geçmişin acısından ders almaz, bugünü kavrayamaz ve yarını inşa edemez. Milletlerin ayakta kalmasını sağlayan şey teknoloji ya da zenginlik değildir. Onları güçlü kılan şey, hafızalarıdır. Bizim hafızamız Çanakkale’dir, Sakarya’dır, Kurtuluş Savaşı’dır. Bu mirası ne kadar diri tutarsak, o kadar güçlü oluruz.
Çanakkale’den Hiroşima’ya uzanan hatırlatma, nesillerimize ağır bir sorumluluk yüklüyor. Eğer hatırlamak, anlatmak ve yaşatmak yoksa tarihsiz nesillerin yetiştiği bir toplum, karanlık bir geleceğe mahkûm olacaktır. Çocuklarımızı tarihle buluşturmazsak, yarın başkalarının yazdığı bir hikâyenin figüranları olmaktan kurtulamayız.
Peki, sizce de çocuklarımızı yeniden Çanakkale’ye götürmenin vakti gelmedi mi?