İslam’la müşerref olduktan sonra gaza şuuruyla seferden sefere koşan, İslam’a sancaktar olan milletimizin bugün ki geldiği noktayı tespit eden, hastalığın teşhisini koyan bu hususlarla birlikte tedavi yollarını aramak gayesiyle mücadele eden mütefekkirlerin yok denecek kadar az olması hasebiyle bu görevin bizim gibi cumhuriyet okumuşlarına düşmesi hem üzücü hem de hiç yoktan ahiret beratını alma gayesinde olan biz fakirlere umut ışığıdır.
Bu sebeple bizi bizden iyi tetkik eden düşmanlarımızın bizim hakkımızda ne gibi söylemlerde bulunduğunu bilmemiz nasıl bir yol izlememiz gerektiğini bize göstermesi yönünden önem arz etmektedir. Sultan Mahmut zamanında Yunan istiklaline yardım töhmetiyle asılan Grigoryus’un Çar Birinci Aleksandr’a tavsiye niteliğinde ki mektubu günümüze ışık tutacak, asli hüviyetimize irca etmemiz yönünde bizlere yardımcı olacaktır. Söz konusu mektupta Patrik Grigoryus; ‘Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak gayri mümkündür.
Çünkü Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i nefis sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir.
Türkler zekidirler ve kendilerini müsbet yolda sevk-ü idare edecek reislere sahib oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da ananelerine olan merbutiyyetlerinden(bağlılık), ahlaklarının selâbetinden(sağlamlılık) gelmektedir.
Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi rabıtalarını kesr etmek, dini metanetlerini zaafa uğratmak icab eder. Bunun da en kısa yolu, an’anat-i milliyye ve maneviyyelerine uymayan harici fikirler ve hareketlere alıştırmaktır.
Türkler, harici muaveneti reddederler. Haysiyet hisleri buna manidir. Velev ki muvakkat bir zaman için zahiri kuvvet ve kudret verse de, Türkleri harici muavenete alıştırmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zâhiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir.
Bu sebeple Osmanlı Devleti’ni tasfiye için mücerred olarak savaş meydanlarındaki zaferler kâfi değildir ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir.Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden, bünyelerindeki bu tahribi tamamlamaktır.’ diyerek asıl gayelerinin ne olduğunu dile getirmiştir. Peki 3.Selim ile başlayan Tanzimat fermanıyla kanunlaşan, Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmasıyla zirveleşen, özümüzden uzaklaşmanın bugün neresindeyiz ve bunun için hem devlet hem hükümet hem de millet olarak nasıl bir mücadele içerisindeyiz.
Herkes şapkasını çıkartıp önüne koymalı, kim hangi alanda neye gücü yetiyorsa mücadele içine girmeli, yeniden eskiden olduğu gibi hiçbir güçlüğün yıldıramadığı bütün zorlukların üstesinden gelecek güçte bir millet haline gelmeliyiz. Yoksa bırakın Gazze’yi, Doğu Türkistan’ı kendi kapımızın önünde ki haksızlığa karşı gelemeyiz.