‘’Kaht’’, ‘’kıtlık, yokluk, kuraklık, vb.’’ anlamlarında kullanılan Arapça bir kelimedir. ‘’Rical’’ ise Arapça ‘’recûl’’ kelimesinin çoğuludur. ‘’Recûl’’ ise yetişmiş, eğitimli insanlar anlamındadır. ‘’Kaht-ı rical’’; yetişmiş, eğitimli insanlar kıtlığı anlamındadır. Ancak bu deyimin birebir Türkçe karşılığı böyle olsa da bu deyim genellikle devlet yönetiminde kullanılır ve anlamı; ‘’devlet yönetiminde liyakat isteyen alanlarda, kültür, bilgi ve birikimiyle yetişmiş, kalifiye insanın bulunamaması’’ durumunu anlatır… Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’ta bu iki kelime bir arada ‘’devlet yönetiminde muteber adam kıtlığı” anlamında verilmektedir.
Osmanlı’da kaht-ı rical sıkıntısı 18.yüzyıl ile başlamış ve yıkılış sürecine kadar devam etmiştir. Osmanlı 18. yüzyıl itibarıyla askeri siyasi ve iktisadi alanda yaşadığı krizi aşmak ve gerilemesini durdurabilmek için çözüm aramaya başlamıştı. Aradığı çözümü de ileride kendi celladı olacak Batıyı taklit etmekle bulacağını sanmıştı. Osmanlı’nın bu yönde tavır alması ve yönünü Batıya dönmesi, bu dönüşündeki önceliği, Batının ilmini ve fennini almak, bu sayede yaşadığı askeri mağlubiyetlere ve çektiği iktisadi sıkıntılara son vermekti.Lakin amaç farklı olsa da elde edilen sonuç çok farklı oldu.
Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devletler ile savaş içinde olduğu zor bir dönemde 16 yıl 3 ay padişahlık yapan ve padişahlığının son döneminde ağır yenilgiler almış olan III. Mustafa (1717 – 1774) şehzadeliği boyunca iyi bir öğrenim görerek yüksek din ilimleri, edebiyat, tarih, coğrafya ve askerî bilimleri konusunda dönemin büyük âlimlerinden ders alır. ‘’Cihangir’’ mahlasıyla şiirler yazar. İşte bu şiirlerinden birinde kaht-ı ricalden şöyle şikâyet eder:
‘’Yıkılıpdur bu cihân sanma ki bizde düzele
Devlet-i çarh-ı denî verdi kamu mübtezele
Şimdi ebvâb-ı saâdetde gezer hep hezele
İşimiz kaldı hemân merhamet-i lem-yezele’’
(Düzeleceğini zannetmeyin, dünya yıkılıp gidiyor;
Alçak felek devleti aşağılık adamlara teslim etti.
Mutluluk kapılarında şimdi bu aşağılık, âdî adamlar dolaşıyor
İşimiz artık Allah’ın merhametine kaldı.)
‘’II. Abdülhamid’in kızı, babasının hatıratını ihtiva eden kitabında babasının; ‘Bu milletin uğradığı en büyük sıkıntı kaht-ı rical meselesidir’ dediğini nakleder.
Osmanlı devlet adamı, diplomatı, çevirmen ve oyun yazarı, ilk Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda İstanbul vekili ve bu meclisin başkanı, iki defa maarif nazırlığı (eğitim bakanı) ve iki defa başvekillik (sadrazamlık, başbakanlık) görevini yapan, 16 dil bilen bilim adamı Ahmet Vefik Paşa da Osmanlının yaşadığı kaht-ı rical sorununu daha farkılı dile getirir.
Ahmet Vefik Paşa’nın ilk Türkçe sözlüklerden birisi olan ‘’Lehçe-i Osmanî’’ (Türk Dil Kurumu Yayınları, 2000) isimli bir kitabı var. Ahmet Vefik paşa bu kitabında iyi bir siyasetçide ve iyi bir yöneticide şu sıfatları arar; Muteber, mutedil, mu’tezim (azimli), mutena, mutlif (affedici), muvaffak, muvakkit, muzaffer, mübeccel (yüceltilmiş), mübeşşir (sevindirici haber veren), mücerreb (tecrübe edilmiş), müdebbir (tedbirli), müeyyit (sağlam), müfekkir (düşünen), müheyya (hazır). Hatta der ki kitabında Ahmet Vefik Paşa; ‘’bir siyasetçi ve yöneticide ne kadar ‘m’ harfi ile başlayan özellik varsa siyasetçi – yönetici o kadar mühim işler yapar.’’ Ahmet Vefik Paşa tüm bu ‘’m’’li özellikleri saydıktan sonra ekler; ‘’Bu evsafın hepsine sahip olmak da yetmez. Bir şey daha lazımdır. O da devletin bu idareciye hakikaten salahiyet vermek isteyip istemediğidir’.’’
Osmanlı’nın yıkılmasında en büyük rolü oynayan kaht-ı rical meselesinin bugün de devam edip etmediğiyle alakalı merakımıza Ortadoğu, İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzman Amerikalı tarihçi Bernard Lewis’ın eserlerine bakmamız bize ışık tutacaktır. Bernard Leweis’in ‘’İslam’ın Siyasal Söylemi’’ (Orjinal isim: The Political Language of Islam) (Phoenix / Siyaset Dizisi, İstanbul, 2007) isimli kitabında bu hususu şöyle anlatır:
“Türkiye’de yazarlar, düşünürler, üniversite profesörleri ve işadamları dünyadaki benzerleri düzeyinde yetenekli, iyi eğitilmiş, deneyim sahibi kişiler olmalarına karşın siyasal sistem, bu insanları son derece etkin bir biçimde iktidardan uzak tutacak şekilde tasarlanmıştır. Bunun doğal sonucu olarak da Türk demokrasisi engellenmiş durumdadır. Başka hiçbir ülkede eğitimli seçkinlerin düzeyiyle siyasal sınıfın düzeyi arasındaki fark, Türkiye ölçüsünde büyük değildir. Onlarca yıldır Türkiye’nin önemli siyasal partileri bir tek kişi ya da kimi zaman işbirliği içindeki küçük bir grup tarafından yönetilmiştir. Bu kişiler ise kamu görevi için tek bir ölçütü kullanarak seçim yaparlar: ‘kör bir itaat’… Yalnızca dalkavuk kabul edilir, bağımsız düşünürlerden ölümcül salgın virüsü taşıyorlarmış gibi kaçılır. Yalnızca statükoya bağlı bir avuç soğukkanlı tutucunun egemen olduğu siyasal sistem böylece kemikleşmiştir…”
İşte asıl mesele adamsızlık mı yoksa adamsızlık işine gelen iktidar mı! Bernard Lewis’in eserinde ve Ahmet Vefik Paşa’nın son sözünde belirttiği üzere bugün ki meselemiz adam kıtlığından ziyade yetiştirdiğimiz adamların siyasal sistemde yer almamasıdır. Osmanlı adam kıtlığından yıkılmış olsa da bugün ki meselemiz devlet adamı yetiştirmekten ziyade devlet adamlarının ekseri olarak iktidarda yer almamasıdır.