Bu dünyadan bir Serdengeçti!

Yayınlama: 10.11.2025
A+
A-

 

Vefatının sene-i devriyesinde Serdengeçti dergisinin kurucusu,siyasetçi,gazeteci ve şair Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’nin İslam davası adına yaptığı mücadeleyi ve kendisini         ‘Sekiz defa mahpus bir defa mebus’ tanımıyla anlattığı cefalı hayatını anlatmaya çalışacağım.

Asıl adı Osman Zeki Yüksel olan Serdengeçti, 15 Mayıs 1917’de Antalya’nın Akseki ilçesinde dünyaya geldi.

Öğrencisi olduğu Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 1944 Mayısında yaşanan milliyetçilik olaylarına karıştığı için, yazar, şair ve düşünür Hüseyin Nihal Atsız ile birlikte bir süre hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra öğrenimi için yeniden fakülteye başvuran yazar, bu isteği reddedilince dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e hitaben yazdığı ve “Yüksek makamın alçak vekiline” diye başlayan yazısı nedeniyle yeniden hapse girdi.

Osman Yüksel Serdengeçti, hapisten çıktıktan sonra 1947’de “Serdengeçti” dergisini kurdu. Derginin ilk sayısında “Serdengeçtiler” imzasıyla yayımlanan başyazıda, “Serdengeçtiler kelimenin tam manasıyla milliyetçidirler. Milliyetçilik bizim için bir vasıta değil, bizatihi gayedir.” ifadeleriyle manifestosunu ortaya koydu. Yazar, bu dergideki yazılarında kullandığı Serdengeçti mahlasını, daha sonra soyad olarak aldı. Dönemin siyasi iradesi tarafından sürekli kapatılan, toplatılan dergi 33 sayı çıktı.

Türk-İslam düşüncesine önemli katkılar sağlayan Serdengeçti dergisi, döneminde keskin bir biçimde Türk ırkını savunan dergilerin aksine, İslamcılık ve milliyetçiliği ilk defa bir arada dillendirebilen, Said Nursi ve Risaleler hakkında yazıların da çıktığı bir dergi olarak tarihteki yerini aldı.Bediüzzaman Hazretleriyle tanışma şerefine eriştiği günü kendisinden dinleyelim.

Said Nursî’nin Huzurunda: (Serdengeçti Osman Yüksel)

“Bundan birkaç sene evvel, hatırı sayılır bir din adamıyla Said Nursî Hazretleri hakkında münakaşa ediyorduk. Muhatabımın dinî bilgisi ve bu husustaki selâhiyeti münakaşa götürmez bir hakikattı. Fakat bütün bunlara rağmen İslâm’ın hareket, hamle, heyecan tarafına yanaşmıyordu. O bakımdan Said Nursî’nin mücadeleci hayatı onu fazla alakadar etmiyor, hatta bu yaştan sonra onun bu işlerle uğraşmasını doğru bulmuyordu. Bilâkis ben hareket haline gelmeyen, gelemeyen hiçbir imana taraftar değildim. Çok bilmek bir şey ifade etmezdi. İş, bildiğini yapabilmekti. Said Nursî’nin mücadelelerle dolu hayatı, o yılmazlığı, o dönmezliği, bana ilâhî bir heyecan veriyordu.”

“Galiba Hazret o zaman Denizli Hapishanesinde bulunuyordu. Denizli adliyesinde stajyer bulunan bir arkadaşım Said Nur’un harkikulâde hayatından bahsetmiş, bana Nur Risaleleri getirmişti. Eserlerini tam manasıyla okuyamamakla beraber, kudretli, kurtarıcı bir ruhun karşısında olduğumu görüyordum. Yukarıda da zikrettiğim gibi beni asıl ilgilendiren onun mücadelelerle dolu hayatı.”

“Muhatabımı dilimin döndüğü kadar iknaya çalıştım. Said-i Nursî’nin gençlik üzerindeki tesirlerinden bahsettim.”

“O gece bir rüya görüyorum: Geniş yeşil bir meydan. Meydanda binlerce, on binlerce insan. Bu insanlar hem genişliğine, hem derinliğine meydana yayılmışlar. Omuz omuza göklere kadar yükselmişler. O onun omzuna basmış, o onun omzuna… Böylece bu muazzam insan yığınından adetâ koskoca bir dağ meydana gelmiş… Bu insanların en yükseğinde de Said Nursî Hazretleri… Sanki minarenin alemi gibi… Sanki kâinata Allah’ın varlığını, birliğini işaret eder gibi, bir heybetle duruyor. Ben karşıdayım. Beni gördü. Gülümseyerek iki eliyle selâm verdi. Selâmını aldım. Başı göklere değiyordu. Saçları rüzgârlara karışmıştı. Bütün insanlar ayaklarının altında idi… Omuz omuza vererek onun dünyadaki mesnetleri haline gelmişlerdi. Rüyada heyecanlanmışım, uyanıverdim.”

“Zaman zaman, gördüğüm bu harikulâde rüyanın tesiri altında kalıyordum. Geçenlerde bunu Nur talebelerine anlattım. Çocuklar ‘Ta kendisini görmüşsün Osman ağabey, şekli de tarif ettiğin gibi. Selâm verişi’de.’ dediler. Bunun üzerine Serdengeçti’de ‘Said Nur ve Talebeleri’ başlıklı bir yazı yazdım. Bu suretle bu bahtiyar ihtiyara ve onun etrafında toplanan tertemiz din ve iman kardeşlerime hayranlığımı izhar ettim. Yazım, inanmış temiz, mü’min gönüller tarafından heyecanla karşılandı. Birçok tebrik telgrafları, mektupları aldım. Artık Said Nursî Hazretlerini görmek benim için âdeta bir mecburiyetti. Rüyamda gördüğümü, gündüz gözüyle de görmek istiyordum.”

“İstanbul’a gittim. Aradım, sordum. Fatih’te Reşadiye Otelinde kalıyormuş. Yanımda Teknik Üniversiteden çok sevdiğim genç bir arkadaş var. Duydum ki Hazret, ikindiden sonra kimseyi kabul etmiyormuş. Aksi gibi vakit gecikmişti. Fakat muhakkak görmeliydim. Reşadiye Otelini buluyorum. Otelin kâtibine soruyorum. ‘Üst katta 29 numaralı odada’ diyor. ‘Kabul ederlerse buyurun.’ Onun kapısına kadar varmak bile benim için güzel bir şey’ diyorum. Merdivenleri heyecanla çıkıyorum. İşte ’29’ numaralı odanın kapısındayız. Kapıda kendisine hizmet eden arkadaşlardan bir kaçına rastladım. Onları Ankara’dan tanıyorum. Kendilerine ‘Bu saatte Üstad’ın kimseyi kabul etmediklerini biliyorum. Acaba ne zaman ziyaret edebiliriz?’ dedim. ‘Evet’ dediler.”

“Sen benim oğlumsun”

“İkindiden sonra kimseyi içeri almıyorlar. Amma sizi herhalde kabul ederler. Bir soralım… Buyurun!’ dediler. İçeri girdik. Beni görünce: ‘Sen Serdengeçti Osman?’ ‘Evet’ dedim. ‘O yazıları yazan sen?’ ‘Evet’. Ellerinden öptük. Bize işaret etti. ‘Oturun.’ Oturduk. Kendileri yatağın içindelerdi. Sağında solunda kâğıtlar dağılmıştı. Bazı eserlerini tashih ediyorlardı. İlk heyecanım yatıştıktan sonra Üstada iyice baktım; rüyamda başı göklere değen zat bu zattı. Kıyafetine varıncaya kadar aynısı ve tıpkısı. Hayret ediyordum. Bir anda durakladıktan sonra Üstad bize karşı tekrar döndüler…”

‘Ben seni eskiden biliyordum. Emirdağ’da iken mecmuanı getirdiler. Allah ve din yolundan her şeyimden vazgeçtim, ser’imi bu yola koydum, demişsin. Aferin, aferin, maşaallah, maşaallah… Daha çok da genç. Bir oğlum olsaydı adını “Serdengeçti” kordum.’ dediler.

“Sonra etrafındakilere hitap ederek: ‘Bu benim oğlum. Oğlum olsaydı böyle yetiştirirdim.’ iltifatlarında bulundular. Orada bir kitap varmış. O kitapta yan yana iki resim var. Bana gösterdiler. ‘İşte şu benim biraderzadem Abdurrahman. O benim oğlumdu, öldü. Şimdi sensin…’ Fotoğraflara bakıyorum. Bir tanesi kendilerinin gençlik resimleriydi. Diğeri biraderzadesi. Ben heyecandan nefes alamayacak bir hale gelmiştim. Talebeler karşısında diz çökmüş oturuyorlardı. Odada soba yanıyordu. Kendisine hizmet edenler var gibi, yok gibi, hayalet gibi insanlardı. Her tarafta insanı saran mânevî bir sükûn vardı… Sonra Üstad tekrar konuşmaya başladılar, bu sefer yanımda bulunan üniversiteli arkadaşa hitap ettiler: ‘Mademki Serdengeçti getirdi seni… Sen de talebemizsin, Nur Talebesi.’ Nur Risalelerini okumasını söylediler. Nefse hâkimiyetten bahsettiler.

‘Vaktiyle ben de gençtim. O zaman da İstanbul’da çıplak kadınlar vardı. Rum kadınları. Ben onların hiçbirine bakmadım. Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın emirlerini yerine getirdim. Mücadele ettim, yılmadım.’

Bu arada Muhyiddin-i Arabî Hazretlerinden bahsettiler. Onun sözlerinden bazı şeyler istihraç ettiler. Fakat pek anlayamadım.”

“Kendilerine yukarıda bahsettiğim rüyayı anlattım. Fevkalâde mütehassis oldular. ‘O bütün insanların üzerinde gördüğün ben değilim. O Nur’dur, Nur Risaleleridir. Ben bu davanın âciz bir hizmetkârıyım.’ buyurdular. Bana mecmuanın kapatılıp kapatılmadığını sordular. ‘Hayır.’ dedim. ‘İnşaallah çıkacak. Dua edin efendim’ ‘Mecmuanda şahıslara dokunma. Onların gurur ve enaniyet damarlarına basma. Zarar gelir.’ Parmaklarını birleştirip, ‘Bu davanın yolcuları birleşiniz, ayrılmayınız.’ dediler.”

“Parmaklarına bakıyorum. Bir zamanlar kılıç tutmuş, şimdi kalem tutan parmaklarına. Parmakları kalem gibi idi. Gözleri açık mavi, duru durgun bir bakışı vardı. Şark şivesiyle konuşuyorlardı. Fakat ne söylediklerini mükemmel anlıyorduk. Asliyetinden, yerliliğinden hiçbir şey kaybetmemişti.”

“Yüzü soluktu. Adı gibi kendisi de nurdu. Bir pîr-i fânî idi. Fakat fânî olmayan, ezelî ve ebedî bir varlığa bağlanmıştı. Bu varlık için her şeyini feda etmiş, onun yolunda yok olmuştu. İşte onun gönüller fetheden, kalabalıklar toplayan mânevî saltanatı oradan geliyordu. Varlığı bu yokluktan, ‘yok’ oluştan geliyordu.”

“Soba yanıyor, Üstad bir murakabe halinde imiş gibi susuyor, etrafındaki talebeleri hayal gibi sessizce dolaşıyorlar, Üstad’ın hizmetine bakıyorlardı. Sanki bu oda, bu köşe, şu binbir milletin, binbir rezaletin, kaynaştığı İstanbul’da değildi. Ahiretten bir köşe idi… Öyle bir haz içinde idim.”

“Artık fazla kalamazdık. Müsaadelerini istedik. Ellerini öptük. O da boynuma sarıldı, alnımdan, yüzümden, gözümden öptü, bana dualar etti.”

“Yeniden dünyaya gelmiş gibi, basübadelmevte kavuşmuş gibi bir başka hâl içinde, huzur içinde huzurundan ayrıldık.” (1)

Serdengeçti, mütevazı kişiliği, mücadeleci ruhu ile Cumhuriyetten sonraki 50 yılın fikir ve siyaset hayatında en çok gündem oluşturan şahsiyetlerden biri olmanın yanı sıra nüktedanlığı ile de tanındı. Bir yazısında kendisini “8 defa mahpus, bir defa mebus” olarak tanımlayan yazarın, bir duruşma sırasında kendisine, “Evladım sen burada Allah demenin yasak olduğunu bilmiyor musun?” diye soran hakime, yutkunmadan “Allah Allah!” diye cevap verdiği bilinir.

Yeni İstanbul gazetesinde “Selam” başlığı altında yazılar kaleme alan, TRT Radyosu’nda konuşmalar yaptığı da bilinen yazar, “Mabedsiz Şehir”, “Bu Millet Neden Ağlar?”, “Bir Nesli Nasıl Mahvettiler?”, “Ayasofya Davası”, “Mevlana ve Mehmet Akif”, “Türklüğün Perişan Hali”, “Gülünç Hakikatlar”, “Kara Kitap”, “Müslüman Çocuğunun Şiir Kitabı”, “Radyo Konuşmaları”, “Akdeniz Hilalindir” eserlerini okuyucuyla buluşturdu.

Serdengeçti, parkinson hastalığına yakalanmasının ardından 10 Kasım 1983’te Ankara’da hayatını kaybetti.Bir dava adamının nasıl sıfatlara sahip olması gerektiğini bizlere yaşantısıyla gösteren, yalnızca Yüce Allah’ın rızasına kavuşmak gayesiyle mücadele eden, davası için herşeyden geçen Osman Yüksel SERDENGEÇTİ’yi vefatının sene-i devriyesinde rahmetle anıyorum.

(1)- (bk. Necmeddin ŞAHİNER, Son Şahitler-IV)

 

 

 

 

Yazarın Son Yazıları
Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.