Afrika’ya fakir demek, tıpkı soyulan birine sen zaten yoksuldun deyip hırsızı savunmaya benzer!

Yayınlama: 14.08.2025
A+
A-

Yıllardır Afrika’ya fakir kıta dediler. Oysa gerçek hiç de öyle değildi. Afrika fakir değil, elindeki her şey teker teker yağmalanmış bir kıtaydı. Evinin kapısı kırılıp bütün eşyaları çalınan birine yoksul demek nasıl hırsızı temize çıkarıyorsa, Afrika’ya fakir demek de aynen öyle birşeydi.

Walter Rodney, How Europe Underdeveloped Africa adlı kitabında soruyor “Afrika niçin az gelişmiş değildir, kim ve ne tarafından az gelişmiş hale getirildi?” Cevabı tarihin sayfalarında yazılıdır. Yüzyıllar boyunca Avrupalı sömürgeciler Afrika’nın altınını, elmasını, petrolünü, bakırını aldı götürdü. Ne buldularsa gemilere yükleyip kendi ülkelerini büyüttüler. Fabrikalarını bu madenlerle çalıştırdılar, şehirlerini bu zenginlikle kurdular. Bugünkü Avrupa’nın düzenli sokakları, ışıl ışıl şehirleri ve sosyal refahı, Afrika’dan sökülen zenginliklerin ve bu uğurda katledilen milyonlarca insanın üzerine kurulu.

Ama bu yağma sadece geçmişin hikâyesi değil. Bugün, farklı ve çok daha sofistike yöntemlerle devam ediyor. Birleşmiş Milletler, Dünya Sağlık Örgütü, büyük vakıflar ve yardım kuruluşları, iyilik kisvesi altında kıtayı bağımlı hâle getiriyor. Bill Gates Vakfı’nın tarım projeleri, Afrikalı çiftçilerin kendi tohumlarını bırakıp patentli, dışa bağımlı tohumlara yönelmesine yol açıyor. Dünya Bankası kredileri, genellikle altyapı projeleri üzerinden veriliyor ama geri ödeme şartları o kadar ağır ki, ülkeler borç batağına saplanıyor; karşılığında limanlar, madenler ve enerji santralleri devrediliyor. Yardım diye getirilen ilaçlar, gıdalar ve projeler halkın kendi ayakları üzerinde durmasını değil, daha fazla dışa bağımlı hâle gelmesini sağlıyor.

Afrika bugün yalnızca eski sömürgecilerle değil, yeni oyuncularla da boğuşuyor. Çin borçlandıran projeler yapıyor, Rusya yer altı kaynakları karşılığında askeri varlık kuruyor. Hiçbiri halkın iyiliği için değil, kendi çıkarı için hareket ediyor.

Bu kıtanın hikâyesi, köylerinden zorla çalıştırılmak için alınan çocukların, maden ocaklarında can veren işçilerin, aç bırakılan halkların, medeniyet götürüyoruz bahanesiyle topraklarından sürülen insanların hikâyesidir. Yüzyıllardır süren bu yağma, yalnızca servet değil, insan hayatı da aldı. Kongo’da kobalt, Nijerya’da petrol ve madenler için yerel halk çoğu zaman çocuk ve kadın işçi olarak kullanılıyor. Bu işlerin riski ölümcül; kazalar ve hastalıklar normal kabul ediliyor.

Afrika sadece doğal kaynakları için değil biyolojik çeşitliliği, insan genetiği, veri potansiyeli ve jeopolitik konumu nedeniyle küresel elitlerin “açık laboratuvarı” hâline geldi. Resmî söylem yardım ve kalkınma olsa da, sahadaki uygulamalar; nüfus mühendisliği, kaynak gaspı, dijital gözetim ve borç esareti gibi karanlık hedefler barındırıyor.

WEF ve bazı teknoloji firmaları, dijital kimlik ve sosyal kredi sistemi altyapısını Afrika’da test ediyor. Ruanda, Gana, Nijerya ve Uganda’da yürütülen pilot projeler, biyometrik kimlikler ve dijital ödeme sistemleri ile insanların kamu hizmetlerine, banka hesaplarına ve sosyal desteklere erişimini kontrol edebilecek altyapılar oluşturuyor. Bu sistem, gelecekte davranışları ve hareketleri kontrol edilebilen bir nüfus yaratmayı hedefliyor.

Afrika’daki GDO’lu tohum bağımlılığı, yerel, binlerce yıllık tohum çeşitliliğini tehdit ediyor. Çiftçiler, her yıl aynı şirketten tohum satın almak zorunda kalıyor kimi zaman bu tohumlar kısır üretiliyor. Benzer şekilde karbon kredisi projeleri ve iklim koruma girişimleri, binlerce hektar verimli tarım arazisini yabancı fonlara yönlendiriyor yerel halk topraklarından sürülüyor.

Sağlık alanında da durum farklı değil. 2014’te Kenya’da yapılan tetanoz aşı kampanyasında bağımsız laboratuvarlar, aşının HCG hormonu içerdiğini tespit etti. Kenya Katolik Doktorlar Birliği bunu gizli kısırlaştırma programı olarak adlandırdı. Ayrıca DSÖ ve Gates Vakfı destekli bazı projeler, genetik olarak değiştirilmiş sivrisineklerin yayılması gibi deneysel programlar yürütüyor.

Eğitim sistemi çoğu yerde temel okuma yazmayla sınırlı, teknik beceri ve eleştirel düşünme öğretilmiyor. Amaç, insanların işgücüne adapte olmasını sağlamak, kendi haklarını, kaynaklarını veya toplumsal güçlerini savunmalarına engel olmak. Bu sayede küresel elitler için sürekli ucuz işgücü ve kontrol edilebilir bir toplum yaratılıyor.

Afrika’nın sessiz istilası, sadece kaynakları değil insanlarını, topraklarını, biyolojik ve dijital verilerini de köle olarak kullanmayı hedefliyor. İnsan emeği ucuz ve kontrol edilebilir, toprak ve gıda dışa bağımlı, sağlık ve dijital kimlik üzerinden nüfus kontrolü mümkün, eğitim ve altyapı bilinçli şekilde sınırlı tutuluyor.

Bugün Afrika’nın ihtiyacı yeni yardım paketleri değil. İhtiyacı olan şey, çalınan zenginliklerin ve alınan canların hesabının sorulmasıdır. Gerçek adalet, ancak o gün gelecek. Ve işte o zaman Afrika’ya fakir diyenler, aslında kimin gerçekten fakir olduğunu görecek. Belkide Afrika’nın sessiz istilası, aslında hepimizin geleceğinin provasıdır, kim bilir..

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.