İsrail’in geride bıraktığı enkaz, aslında hiç var olmamış bir devletin izlerini taşıyor!

Yayınlama: 18.10.2025
A+
A-

İsrail’in geride bıraktığı enkaz, aslında hiç var olmamış bir devletin izlerini taşıyor. Çünkü İsrail denilen yapı, doğduğu günden beri varlığını işgal üzerine kurdu. 1948’de bir milletin toprağına zorla yerleşen bu yapı, misafir olarak girdiği evin sahibini kapının önüne koydu. Avrupa’nın istemediği Yahudiler, bir gemiyle Filistin kıyılarına sığındı; misafirliğin adı zamanla işgale dönüştü. Ve bugün, “mazlumuz” diye tarihe sığınanlar, o mazlumluğun arkasına gizlenip zalimliğin kitabını yazıyorlar.

Bizde bir söz vardır: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır.” Filistin’de yaşanan tam olarak budur. Tarihe bakacak olursak, işgal 7 Ekim’de başlamadı. Bu hikâyenin tarihi 1948’e hatta daha öncesine, yüzyıllardır süren bir sömürge aklının planına dayanır.

Gazze’nin %90’ı yıkılmış, çoluk çocuk demeden yüzbinlerce masum insan toprağa karışmışken hangi barıştan söz ediyoruz? ABD Başkanı Donald Trump, “Gazze’den daha fazlası bu. Ortadoğu’da barışın başlangıcı” diyordu. Oysa aylar önce, aynı Trump “Filistinliler bu bölgeden çekilmeli” diyerek, gerçeğin perdesini kendi eliyle aralamıştı. Yani mesele barış değil yeni bir paylaşım, yeni bir inşa ve yeni bir tahakküm düzeniydi. Önce silahı satacaklar, o silahla masumları öldürecekler sonra da “barışı biz getirdik” diyecekler. Peki, bebek katilinin barışına kim inanır?

Bu arada, İsrail hükümeti destekli yerleşimci örgütler geçtiğimiz yıllarda Tel Aviv’de bir konferans düzenledi. “Gazze Yerleşim konferansı için pratik hazırlık..” Konferansın ardından yayımlanan paylaşımlarda “Gazze İsrail toprağıdır! Savaşın, kurtarın, yerleşin!” sloganı vardı. İsrailli şirketlerin çizimlerinde, Gazze sahilinde villa tipi evler gösteriliyordu. “Sahilde bir ev artık hayal değil” diyorlardı. Molozlar temizlenirken, o molozların altında kalan çocuklardan ise kimse söz etmiyordu.

Daha önce Filistinlilerin arazilerini gasp ederek Batı Şeria, Kudüs ve Golan Tepeleri’nde yerleşim yerleri kuran bu şirketler, şimdi Gazzelilere “işgalci” diyor. Bu bile tek başına, zulmün hangi boyuta ulaştığını göstermeye yeter. Elbette katliamın durmasına sevindik ancak yapılan anlaşmanın kimin çıkarları üzerine kurulduğu sorusu, fazlası ile düşündürüyor. Bölge yönetimi için adı geçen isimler bile kaygı verici. Irak işgali sonrası yaşanan yıkım ve milyonlarca sivilin ölümünden sorumlu tutulan Tony Blair gibi bir figürün bölgedeki yönetim için konuşulması ile soykırıma uğrayan bir halkın kendilerine soykırımı yapanlara karşı taviz vermesi isteniyor.

İnsan ister istemez düşünüyor eğer bugün Hz. Ömer (r.a.) yaşasaydı ne yapardı? Bir nehir kenarında kaybolan koyunun bile hesabını vereceğinden korkan bir halifeydi o. Mazlumun gözyaşını görse, yerinde duramaz; adaletin kılıcıyla zalimin karşısına dikilirdi. Ya Fatih Sultan Mehmet Han? O, fethettiği şehirde kimseye dokunmadı. Çünkü fetih onun için sadece toprak değil, gönül kazanmaktı. Gazze’de yaşananlara şahit olsaydı, mazlumun gözyaşına susmaz, zalimin propagandasına da kanmazdı.

Bugün ne yazık ki dünyada ne Ömer’in adaletinden, ne Fatih’in dirayetinden bir iz kaldı. Zalimin dili güçlü, mazlumun sesi kısık ama unutulmasın ki mazlumun duası, en güçlü ordudan bile daha tesirlidir. Gazze’nin geleceği, yeniden inşaa ile değil, Filistin halkının iradesiyle gerçekleşmeli. Filistin’in özgürlüğü, Kudüs’ü başkent yapan bir devletin yeniden tanınmasıyla başlayacak ve İşgalin sonu, Netanyahu ve suç ortaklarının insanlık önünde hesap vermesiyle tamamlanacak. Velhasıl, barış, zalimin merhametinde değil mazlumun hakkını teslim etmekte ve adaletin yeniden tesis edilmesinde saklıdır.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.