içimde bir Fadıl Aydın büyüttüm!

içimde bir Fadıl Aydın büyüttüm!
Yayınlama: 21.12.2025
A+
A-

Duyguların hızla tüketildiği bir çağda, müziğiyle kalbe dokunmayı başaran sanatçı Fadıl Aydın, eserlerinin arka planını, inancını ve iç dünyasındaki yolculuğu gazeteci Abdussamed Tosun’a anlattı.

Abdussamed Tosun: Milyonlara ulaşan bir sanatçısınız. “Aşk Çek Gönlüm, söyle yarim söyle, ey sevgili ve iki gözümün çiçeği” gibi eserleriniz çok geniş bir kitlede karşılık buldu. Bu süreçte dinleyicinin beklentisiyle kendi iç sesiniz arasında nasıl bir denge kuruyorsunuz?

Fadıl Aydın: Açıkçası o denge her üretim sürecinde yeniden kuruluyor. Çünkü dinleyicinin kalbine dokunmak çok kıymetli; onların duygularını, yaşadıklarını yakalayabilmek insana büyük bir güç veriyor. Ancak kendi iç sesimi, kendi duygumu kaybedersem, o bağ zaten doğallığını yitiriyor. Benim için müzik, önce içimde bir yankı bulmalı. Eğer o duygu bende gerçekse, dinleyici de bunu hissediyor. Elbette zaman zaman dinleyicinin beklentilerini, müziğin gittiği yönü ve trendleri duyuyorum. Ama bu seslerin, içimdeki asıl sesi bastırmasına izin vermiyorum.

Bir parçayı yalnızca ‘bekleniyor’ diye yapmamaya özellikle özen gösteriyorum. Çünkü bana göre müzikte en çok karşıya geçen şey samimiyet. İçten geleni söylediğimde, o duygu bir şekilde dinleyiciye ulaşıyor zaten. Bu yüzden her yeni eserde önce kendimle konuşuyorum, sonra dinleyiciyle buluşuyorum. Böylece hem tükenmiyorum hem de aramızdaki bağ sahici kalıyor.

Abdussamed Tosun: Günümüz dünyasında duygular hızla tüketiliyor. Siz, duygunun bu kadar kıymetsizleştiği bir çağda hâlâ sevdayı anlatan eserler yapmayı bir direniş biçimi olarak mı görüyorsunuz?

Fadıl Aydın: Bence evet, bu bir direniş gibi.. Çünkü yaşadığımız çağda her şey inanılmaz bir hızla tüketiliyor. Zaman hızla akıyor, ilişkiler yüzeyselleşiyor, hatta duygular bile eskisi kadar uzun ömürlü olamıyor. İnsanlar bir hisle baş başa kalmaya, onu taşımaya ya da derinleştirmeye fırsat bulamadan bir sonrakine geçiyor. Ben ise duygunun hâlâ insanın en sahici, en dokunulmaz yeri olduğuna inanıyorum. Eserlerimi üretirken tam da bu noktaya tutunmaya çalışıyorum. O hisleri korumak, canlı tutmak ve biraz da unutturmamak istiyorum. Çünkü unutulan her duygu, insanın kendisinden kopardığı bir parçaya dönüşüyor.

Sevda benim için yalnızca romantik bir aşk duygusu değil. Sevda; insana, hayata, geçmişe, hatıralara ve elbette müziğe duyulan derin bir bağ. Bizi biz yapan, ayakta tutan ve hayata anlam katan şey de aslında bu bağlar. Ben bu bağları kaybetmek istemiyorum. Belki de eserler bu yüzden var. Sadece dinlenmek, eşlik edilmek ya da tüketilmek için değil; kalbin hâlâ çalıştığını, hâlâ hissedebildiğimizi, hâlâ insan olduğumuzu hatırlatmak için.. Eğer bir eser bunu başarabiliyorsa, benim için görevini yerine getirmiş demektir.

Abdussamed Tosun: Sosyal medyada hızla değişen müzik trendleri arasında, kalıcı bir sanat üretmek artık daha mı zor?

Fadıl Aydın: Evet, bugün kalıcı bir sanat üretmek eskisine kıyasla çok daha zor. Ancak aynı zamanda sanatçılar için fırsatların da hiç olmadığı kadar genişlediği bir dönemden geçiyoruz. Dijital platformlar, müziğin çok daha hızlı dolaşıma girmesini sağlıyor; bu da bir yandan görünürlük sunarken, diğer yandan üretimin niteliğini doğrudan etkileyen bir baskı oluşturuyor. Özellikle TikTok ve Reels gibi mecralarda bir eser, bazen yalnızca 10 saniyelik bir hook, yani nakarat bölümünden tanınır hâle geliyor. Bu durum, dinleyicinin dikkatini anında yakalamayı neredeyse zorunlu kılıyor. Ancak bu hız ve tüketim biçimi, derinlikli, yavaş yavaş açılan, hikâyesi olan parçaların geri planda kalmasına neden olabiliyor.

Sonuçta müzik, giderek zamana direnen estetik değeriyle değil; kısa sürede ne kadar paylaşıldığı, ne kadar izlenip tüketildiği ve ne ölçüde “viral” olduğu üzerinden değerlendiriliyor. Oysa müziğin asıl gücü, zamanla kurduğu bağda ve dinleyicide bıraktığı izde yatıyor. Benim için önemli olan, geçici bir popülerlikten ziyade, yıllar sonra bile dönüp dinlenebilecek, dinleyenin hayatında bir yere dokunabilecek eserler üretebilmek. Çünkü kalıcı olan, çoğu zaman hemen parlayan değil; zamanla derinleşen, sabırla dinlenen ve anlamını giderek büyüten müziktir.

Abdussamed Tosun: Müzik endüstrisinin sahne arkası çoğu zaman dışarıdan göründüğü kadar romantik değil. Rekabet, yorgunluk, üretim baskısı, görünürlük mücadelesi. Siz bu dünyanın içinde ayakta kalmayı nasıl başarıyorsunuz? Gerçek dostluklar, dürüst iş ilişkileri, samimi destekler hâlâ var mı müzik piyasasında, yoksa herkes kendi fırtınasında mı savruluyor?

Fadıl Aydın: Birçok müzisyen, yapımcı ya da menajer için sahne ışıkları altında parlayan ‘başarı’, çoğu zaman dışarıdan göründüğü kadar parlak bir hikâye değildir. O ışıkların arkasında, uzun süren bir yorgunluk, sürekli bir belirsizlik hâli ve görünür kalabilmek için verilen zorlu bir mücadele vardır. Rekabet yalnızca yetenekle açıklanabilecek bir mesele değil; sabır, doğru çevre, doğru zamanlama ve en önemlisi psikolojik dayanıklılık bu sürecin belirleyici unsurları hâline geliyor.

Bir yandan sanatçının üzerinde sürekli bir üretim baskısı oluşuyor. ‘Yeni bir şey çıkarmazsam unutulurum’ kaygısı, zamanla yaratıcılığı besleyen bir motivasyon olmaktan çıkıp, onu zorlayan bir yüke dönüşebiliyor. Bu baskı, müziğin doğal akışını sekteye uğratabildiği gibi, sanatçıyı kendisiyle yarışır hâle de getirebiliyor.

Diğer yandan dijital çağda görünürlük, neredeyse müziğin kendisi kadar önemli bir unsur hâline gelmiş durumda. Bir eserin ne anlattığından çok, ne kadar paylaşıldığı, ne kadar izlendiği ve ne kadar hızlı dolaşıma girdiği konuşuluyor. Bu da müzisyeni yalnızca üretim yapan bir sanatçı olmaktan çıkarıp, aynı zamanda kendini pazarlamak zorunda kalan bir figüre dönüştürüyor.

Bugün birçok sanatçı, eser yapmanın yanı sıra sosyal medyayı yönetmek, algoritmaları takip etmek ve sürekli görünür kalmak zorunda hissediyor. Bu durum, müzikle kurulan ilişkinin doğasını da değiştiriyor. Oysa sanat, baskıyla değil; zamanla, sabırla ve içtenlikle güçlenen bir alan. Benim için asıl mesele, tüm bu koşullar içinde kendi sesini ve dengesini kaybetmeden üretmeye devam edebilmek ama işin güzel tarafı şu gerçek dostluklar ve samimi destekler hâlâ var. Belki azlar, ama varlar. Genelde aynı dertleri paylaşan, birbirinin üretim sürecine saygı duyan insanlar arasında kurulan bağlar çok daha sağlam oluyor. Bu bağlar da müzisyenin hem ruhunu hem motivasyonunu besliyor.

Abdussamed Tosun: Eserlerinizde sadece aşk değil, derin bir teslimiyet, bir inanç duygusu da hissediliyor. Bu yönünüzün müziğinize yansıması bilinçli bir tercih mi, yoksa ruhunuzdan kendiliğinden süzülen bir hâl mi? Sizce sanat, inançtan bağımsız düşünülebilir mi? Bir ezgiyle dua etmek, bir kelimeyle susmak. Bunların arasında siz hangi çizgide yürüyorsunuz?

Fadıl Aydın: Sanatın inançtan tamamen bağımsız olabileceğini düşünmek bana pek mümkün gelmiyor. Çünkü her sanat üretimi, özünde bir inanma eylemi barındırır. Sanatçı, bir duygunun, bir anlamın ya da bir güzelliğin gerçekten var olduğuna inanır ve onu görünür, duyulur ya da hissedilir kılmak ister. Bu inanç bazen doğrudan dini bir kaynaktan beslenebilir; bazen insana, doğaya, aşka, zamana, sessizliğe ya da hatta hiçbir şeye yönelmiş gibi görünebilir. Ama neye yönelirse yönelsin, sanatın içinde daima bir tür ‘iman’ vardır.

Ben kendi üretim çizgimi, bu iman hâlinin tam ortasında, dua ile ezgi arasında bir yerde konumlandırıyorum. Sözcükle sessizlik arasındaki o ince hatta yürüdüğümü söyleyebilirim. Çünkü müzikte ve sanatta her şey söylenerek anlatılmaz. Bazen bir nota, kelimelerden daha güçlü bir duaya dönüşür; bazen de bilinçli bir suskunluk, en yüksek sesle konuşan ifade hâline gelir.

Bu nedenle benim için sanat, yalnızca estetik bir arayış değil; aynı zamanda içsel bir temas, bir dinleme ve bir durma hâlidir. İnsan kendini, inandıklarını ve inanamadıklarını bu süreçte daha açık biçimde görür. Sanat da tam olarak burada anlam kazanır: Söylenenle söylenmeyen arasındaki o boşlukta, izleyiciyle ve dinleyiciyle kurulan sessiz ama derin bağda.

Abdussamed Tosun: Her sanatçının bir dönemi vardır ama çok azı kendi zamanını aşar. Sizce bir eseri “kalıcı” yapan şey nedir? Melodi mi, söz mü, yoksa o eserin taşıdığı ruh mu? Bugün milyonlarca dinlenmeye ulaşan “Ey Sevgili” gibi bir parçanın, yıllar sonra da aynı etkiyi bırakmasını sağlayan şey ne olabilir sizce?

Fadıl Aydın: Bence bir eseri kalıcı yapan şey, yalnızca melodi ya da söz değil, o ikisini aşan bir “duygusal gerçekliktir.” Bir eser, dinleyicinin içinde yankı buluyorsa yani onun kendi duygusuna, hatırasına, özlemlerine temas edebiliyorsa o eser zamansız olur. Melodi, o duygunun taşıyıcısıdır; sözler ise ifadesi. Ama asıl “ruh” dediğimiz şey, sanatçının içtenliğiyle doğar. Dinleyen kişi bunu fark etmese bile, bir eserde “gerçek bir his” varsa, o hissi duyar. Bu da eseri yıllar sonra bile canlı tutar. “Ey Sevgili” gibi parçalar da tam olarak bu yüzden kalıcı olur: Melodisi sade ama ezberlenebilir ve ruhu samimidir, bir yapaylık hissedilmez. Zaman değişir, teknolojiler, tarzlar değişir ama insanın “özlem”, “aşk”, gibi duyguları değişmez.

Abdussamed Tosun: “İki Gözümün Çiçeği” ve “Ey Sevgili” gibi eserlerinizde duygular neredeyse elle tutulacak kadar gerçek. Bu kadar içten bir duygusal aktarımın kaynağı nedir sizce?

Fadıl Aydın: Bu eserlerdeki duygunun kaynağı aslında kendi iç dünyamla olan yolculuğumdur. İlahiler benim için sadece birer melodi değil; içimde biriken duaların, özlemlerin çaresizliklerin, güç yetirememenin,kınanmanın ve teslimiyet hâlinin sese ve melodiye dönüşmüş hâlidir. “İki Gözümün Çiçeği” ve “Ey Sevgili” özelinde değil bugüne kadar çıkardığım her eser için geçerlidir. Kalbime dokunan çok özel anların izlerini taşıyor eserlerim.

Ben bir ilahi söylerken önce kendi içimde hissediyorum; o duygu gerçekten kalbime yerleşmeden dile gelmesine izin vermiyorum. Bu yüzden eserlerime yansıyan duygu, sahte ya da ezber bir ifade değil, tamamen yaşadığım, düşündüğüm ve içine sindiğim bir hâlin yansıması.

Belki de içtenliği sağlayan şey şu: Ben her eseri, önce Rabb’in huzuruna bir niyaz gibi söylüyorum. Samimiyet de tam olarak buradan doğuyor. Dinleyiciye ulaşan duygu benim duygum değil aslında; gönlümden süzülen ilhamın kendi saf hâli.

Abdussamed Tosun: O zaman en başa dönelim, Fadıl Aydın kimdir? Nasıl bir ailede büyüdü, bize biraz Fadıl Aydın’ı anlatır mısınız?

Fadıl Aydın: 1989’da Gaziantep’te dünyaya geldim. Altı kişilik kadim ailemizin üçüncü çocuğuyum; benden önce iki ablam yolu açtı, benden sonra da bir erkek kardeş geldi, sırayı bozmadan devam ettik yani. Babam fabrikadan emekli, annem de ev hanımı. Muhafazakâr, sade ve gösterişten uzak bir ailede büyüdüm. Şimdilerde ise hayatımın kraliçesiyle evliyim ve üç küçük prensin babasıyım. Evet, kabul ediyorum: Üç erkek çocuk zaman zaman bizi orta çağ savaşlarına sürüklüyor gibi oluyor ama yine de krallığımı çok seviyorum. Onlar hem en büyük kaos kaynağım hem de en büyük mutluluğum. Ailemin gürültüsü bile huzur veriyor diyebilirim.

Abdussamed Tosun: Sahne ışıkları söndüğünde, alkışlar dindiğinde, o büyük kalabalık sessizliğe karıştığında. Fadıl Aydın nasıl bir insan olarak kalır? Evinde, dostlarıyla, yalnız kaldığında neler düşünür, neyle huzur bulur? Sanatçı kimliğinizle “sade insan” Fadıl Aydın arasında büyük bir fark var mı?

Fadıl Aydın: Yıllardır, devasa konser alanlarında, mükemmel bir sahnenin üzerinde, rengârenk ışıkların altında kendi eserlerimi söylerken insanların hep bir ağızdan bana eşlik ettiğini hayal ederdim. İçimde hep “Fadıl Aydın” adını verdiğim bir hayal büyüttüm. Ne işle uğraşırsam uğraşayım, o içimdeki sahnede eserlerini söyleyen kişi hep Fadıl Aydın’dı.

Bugün Allah bana, o Fadıl Aydın’ın hayallerine kavuşmasına şahit olmayı nasip ediyor. Ben kendimi onun işçisi olarak görüyorum. Sahne, kostüm, klip, davet.. Fadıl Aydın’la ilgili ne varsa büyük özen ve titizlikle yapmaya çalışıyorum. Herhangi bir hata ya da suiistimale mahal vermemek için onu korumaya alıyorum; çünkü bu ilgi ve dinlenmeler kolay gelmedi. Küçümsenmeler, alay edilmeler, zorluklar, parasızlık, yok sayılmalar.. Bu yüzden sanatta Fadıl Aydın benim için ayrı bir yerde duruyor.

Sahneden indiğimde ise bambaşka biriyim. Samimi, içten, güler yüzlü ve dost canlısı.. Evimde ise eğlenceli, oyunbaz bir babayım. Dostlarımla sohbet etmek beni adeta tedavi eder. Sessizlik ve yalnızlık da benim için huzurun en saf hâlidir.

Abdussamed Tosun: Hayatta seni en çok etkileyen bir cümle, bir öğüt ya da bir dua var mı? Belki de hayatının pusulası haline gelmiş bir söz?

Fadıl Aydın: “Kimse Görmese de Allah Emeği Görür.”O c.c kuluna Şevkat ve Merhametle bakandır. Ve son olarak dinleyicilerime şunu demek isterim, Bugün ne isem tabi önce Rabbim in Kerem ve Lütfuyla sonra sizin sevginiz ve desteğinizle oldum. Sesimi büyüten sizlerdiniz. Benim yolculuğumda yanımda durduğunuz için her birinize minnettarım. Sizinle birlikte ağlamaya ve muhabbete devam edeceğiz inşallah ve son olarak değerli Abdussamed beyefendinin sanatıma, yolculuğuma ve iç dünyama böyle hassasiyetle dokunduğu için teşekkür ederim. Sıcak yaklaşımınız ve derinlikli sorularınızla çok güzel bir röpartaj oldu. Emeğinize sağlık.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.