Gökhan Akar: Sanatçının işi sadece şarkı yapmak değil, toplumun yarasına dokunmaktır!

Gökhan Akar: Sanatçının işi sadece şarkı yapmak değil, toplumun yarasına dokunmaktır!
Yayınlama: 14.12.2025
A+
A-

Şarkılarında sadece melodiyi değil; yaşanmışlıkları, acıları, sevinçleri ve insan olmanın yükünü taşıyan Gökhan Akar, müziği bir anlatım aracı olmanın ötesinde bir vicdan dili olarak görüyor. Popüler olanın peşinden koşmak yerine, kendi yolunu çizerek üretmeyi tercih eden Akar; sanata, hayata, topluma ve insana dair düşüncelerini tüm açıklığı ve içtenliğiyle gazeteci Abdussamed Tosun’a anlattı. Müzik yolculuğundan kırılma anlarına, toplumsal sorumluluktan iyileştirici gücüne kadar birçok başlıkta samimi bir sohbet gerçekleştirdik.

Abdussamed Tosun: Müzik yolculuğunuzda kendinizi bir sanatçıdan çok bir “anlatıcı” gibi mi görüyorsunuz? Sizce her şarkı, aslında bir felsefi sorgulamanın ürünü olabilir mi?

Gökhan Akar: Okan Bayülgen’in TV programına konuk olduğumda “Felsefe” şarkısıyla ilgili Okan Bey, “Adam gerçekten felsefik bir şey yazmış” demişti. Ben şarkılarımı sadece ritmik bir dizayn ya da bir melodi içerisinde eğlendiren, melodiyle uyumlu kelimelerle yazmıyorum. Bunu matematiğe uydururken, aynı zamanda bir hikâyesi ve felsefik bir anlatımı olan şarkılar yazıyorum. Aşkı dahi her zaman böyle anlattım.

Abdussamed Tosun: Şarkılarınızda yaşadığınız coğrafya, toplumun acıları ve sevinçleri önemli bir yer tutuyor. Sizce bir sanatçı, yaşadığı toplumun tanığı mı olmalı, yoksa onun ötesine geçip evrensel bir dile mi yönelmeli?

Gökhan Akar: Bence sanatçı, yaşadığı coğrafyanın dili ve anlatıcısı; o acıların ve sevinçlerin önemli bir temsilcisi olmalı. Yaşadığı toplumun acılarını, sevinçlerini ve duygularını şarkılarında anlatırken, aynı zamanda o toplumu evrensel medeniyet seviyesine sürüklemeli ve yukarıya taşımalı.

Abdussamed Tosun: Günümüzde müzik hızla ticarileşti ve şarkılar çoğu zaman sadece tüketime yönelik üretiliyor. Sizce bu durum, sanatın özünü nasıl etkiliyor?

Gökhan Akar: Türkiye’de üretilen müzik şu an, yapımcıların da katkısıyla sanattan uzak; tamamen ticari, günlük tüketilen ve topluma bir şey katmayan, hatta götüren bir duruma evrildi. Bunun için yapımcının, şarkıcının, söz yazarının ve bestecinin yaşadığı topluma dair bir derdinin olması gerekir. Eğer amaç sadece para kazanmaksa, zaten içinde yaşadığımız durum normal.

Günümüzde dijital sistemin ve lobilerin buna çanak tutmasıyla; müzik aleti dahi çalmamış, ellerini ovuşturan sektör ve yapımcıların katkısıyla Türkiye’de müzik, tamamen ruhu olmayan bir gürültüye dönüştürüldü. Bu durum gençliği, insanları ve ruhu doğrudan etkiliyor.

Abdussamed Tosun: Günümüzde müzikte “trend” olmak çok konuşuluyor. Sizce sanatçı trendleri takip etmeli mi, yoksa kendi yolunu mu çizmeli?

Gökhan Akar: Neyin trend olduğundan ziyade, toplumun neye ihtiyacı olduğu ve müzikte ya da toplumda neyin eksik olduğu bence daha önemli. Trend olan şeyi yapmak, toplumu ve müziği aynılaşmaya götürüyor. Türkiye’de yapımcılar bunu hep yapar. Bir müzik tarzı meşhur olduğunda, bütün yapımcılar ve şarkıcılar o tarz projelere yöneliyor ve bu, sonu olmayan bir kısırlaşmaya dönüşüyor.

Oysa olmayanı yapmak, hem sizi diğerlerinden ayırır hem de toplumdaki bir boşluğu doldurur ya da bir eksikliği giderir. Genelde sanat anlayışı olmayan ve sadece çok izlenmek, çok para kazanmak fikriyle hareket eden kişilerin yolu trend takibidir. Elbette sound ve modern düzenlemeler anlamında gelişmeleri takip etmek çok yerinde; ancak bir tarzı ya da müziği birebir takip etmek doğru değil.

 

Abdussamed Tosun: O zaman en başa dönelim… Gökhan Akar kimdir? Nasıl bir ailede büyüdü? Bize biraz Gökhan Akar’ı anlatır mısınız?

Gökhan Akar: Gökhan Akar, müziğin bizzat yaşandığı bir ailede büyüdü. Genellikle müzik aleti çalınan, söylenen ve eğlenmeyi seven bir aileydi. Babasının bir orkestrası vardı ve onun için ilk basamak burası oldu. Bu basamağı iyi değerlendirdi ve hızlıca üst katlara tırmandı.

Altı yaşında babasının orkestrasında piyano çalarak başlayan yolculuk; sonrasında şarkı söyleyerek, ilkokul yıllarında çocukça yazılan şarkılar ve bestelerle devam etti ve konservatuvarla taçlandı. Birçok müzisyen, müzikten para kazanmaya başladığı anda eğitimini yarım bırakıp piyasaya yönelirken; o, konservatuvarı ve eğitimini bırakmadı. Aksine, master bitirdikten sonra albümünü yayımladı.

Hem alaylı hem master yapmış bir sanatçı olmasına rağmen değerlerinden asla vazgeçmeyen; milletine ve öz kültürüne bağlı, Türkçe pop alanında modern soundları kullanarak duygusunu ve ruhunu kaybetmeden içi dolu müzik yapan, önüne çıkan engellere karşı ciddi mücadeleler veren ve kalbini güzel tutmaya gayret eden bir sanatçı.

Ve sadece bir sanatçı değil.. Aynı zamanda bir iyilik elçisi. Çocuklar için yardım faaliyetleri düzenleyen, deprem bölgesinde aylarca çocuklar için çadırda kalabilen yufka yürekli bir insan. Bence sanatçının işi sadece müzik yapmak değildir. Toplumun verdiği değere karşılık, sanatçı toplumun önünde giden, yol gösteren ve toplumun yaralarına dokunabilen kişi olmalıdır.

Abdussamed Tosun: İlk çıkış şarkınız “Felsefe” sizin için ne ifade ediyor? Hâlâ bir yol haritası gibi mi, yoksa sadece bir başlangıç noktası mı?

Gökhan Akar: Felsefe, benim için paletimdeki renklerden sadece bir tanesiydi ve aslında yalnızca bir başlangıçtı; belki de ilk fırça darbesiydi. O şarkıyla söylemek istediğim şey, “ben buyum” demekten çok, “ben böyle düşünüyorum” demekti. Her şarkıyı bir renk, her sözü bir fırça darbesi gibi görüyorum.

Bir ressam nasıl ki tek bir darbeyle tabloyu tamamlamıyorsa, ben de tek bir şarkıyla kendimi anlatmış saymam. Resmin tamamı çok daha sonraları ortaya çıkacak. Şu an hâlâ o resmin başındayız; keşif aşamasındayız. Felsefe, yolun kendisi değil ama o yola çıkma cesaretini temsil ediyor.

Abdussamed Tosun: Eski şarkılar hâlâ yeni nesiller tarafından sevilerek dinleniyor. Sizce neden bazı şarkılar zamanın ötesine geçebilirken, bazıları birkaç haftada kayboluyor?

Gökhan Akar: Aslında bunun cevabını önceki sorularda da dolaylı olarak vermiş oldum. Günümüzde birçok iş, çok izlenme ve trend olma kaygısıyla, tamamen para kazanma odaklı yapılıyor. Bu tür işler maalesef fast food gibi: Hızlı tüketiliyor, doyuruyor gibi görünüyor ama hafızada kalmıyor.

Buna karşılık, ruhu ve melodik duygusu çok daha güçlü olan eski şarkılar özellikle Türkçe popta 80’ler ve 90’lar hâlâ dinleniyor, hatta yeniden trend oluyor. Bunun temel sebebi, o dönem üretilen işlerin samimi, özgün ve kopya olmaması. Günümüzde birçok şarkı kopyala yapıştır mantığıyla üretiliyor ve bu da onları kısa ömürlü kılıyor.

Eğer sürekli trendi takip ederseniz, ister istemez benzer işler yaparsınız. Ancak olmayan bir rengi sektöre sokarsanız, ruhunuzu ve duygunuzu işin içine katarsanız, o zaman kalıcı olma ihtimali olan şarkılar üretirsiniz. Müziğin eski ya da yeni nesli olmaz; duygusu olan, samimi olan ve güzel olan her şey her yaştan insana dokunur. Bu benim için çok net bir gerçek.

Abdussamed Tosun: Türkiye’de pop müzik sahnesinde yer almak, aynı zamanda kalıplarla mücadele etmeyi de gerektiriyor. Sizce sanatçı kendi yolunu mu çizmeli, yoksa dinleyicinin beklentilerini mi dikkate almalı?

Gökhan Akar: Ben “pop müzik” diyerek müziğin ayrılmasına çok sıcak bakmıyorum. Müzik müziktir; tarzlar sadece anlatım biçimidir. Hangi türde olursa olsun, sanatçı kendini sürekli yenilemeli ve kalıplarla mücadele etmelidir. Özellikle teknik anlamda ve modern sound konusunda çağın gerisinde kalmamak çok önemli.

Dinleyiciler genellikle sizin renginizi sevdiklerinde, o renkte işler beklerler. Bu çok doğal. Ancak siz farklı yaptığınız işleri de dinleyiciye sevdirmeyi başarabilirseniz, işte o zaman toplumdaki yeriniz sağlamlaşır. O noktada sadece takip edilen değil, aynı zamanda yolu açan ve taklit edilen biri hâline gelirsiniz. Bence sanatçı, dinleyicinin beklentilerini tamamen yok saymadan ama kendi yolundan da vazgeçmeden ilerlemeli. Denge tam olarak burada başlıyor.

 

Abdussamed Tosun: Kariyeriniz boyunca şarkılarınızla farklı duygulara tercüman oldunuz. Sizce sanatçı, en çok kendi yaralarını mı iyileştirir, yoksa başkalarının yarasına mı merhem olur?

Gökhan Akar: İnsanların yaraları ve yaralanma biçimleri çoğu zaman birbirine çok benzer. Sanatçı, şarkılarındaki duyguyu ve ruhu çoğunlukla kendi yaralarından, yaşanmışlıklarından ve kırılmalarından alır. Sevmemiş, üzülmemiş, yaralanmamış, âşık olmamış bir söz yazarının yazdıkları dinleyiciye geçmez; çünkü samimiyet eksiktir.

Elbette sanatçı zaman zaman başkalarının hikâyelerini de anlatabilir. Ancak o hikâyeyi gerçekten hissettirebilmesi için, kendi iç dünyasında onunla bir bağ kurması gerekir. Sanatçının sesi, melodileri ve sözleri aslında yaşanmışlıkların izlerini taşır. Sanat biraz da yaraları iyileştirme meselesidir. İnsan anlattıkça, paylaştıkça iyileşir. Gerçek sanatçı yalnızca kendini değil, toplumu da iyileştirebilen kişidir.

Abdussamed Tosun: Dijital çağ, müziği ulaşılabilir kıldı ama aynı zamanda çabuk tüketilen bir ürüne dönüştürdü. Sizce müzik, sanat olmaktan çıkıp tüketime mi hizmet ediyor artık?

Gökhan Akar: Dijital çağ, toplumların hayatında çok büyük bir kolaylık ve aynı zamanda çok büyük bir devrim yarattı. Ancak burada asıl mesele, bu gücün kimin elinde olduğu ve ne amaçla kullanıldığıdır.

Dijital müzik platformları bugün dünya genelinde tek merkezden yönetilen algoritmalarla çalışıyor. Eğer bu algoritmalar tamamen kapitalist bir bakış açısıyla yönetilir ve yalnızca tüketimi artırmak için kullanılırsa, bu durum toplumları ve kültürleri manipüle etmeye başlar. Bu da müzikteki kültürel çeşitliliğin ve sanatsal zenginliğin yavaş yavaş yok olması anlamına gelir.

Ben dijital dünyanın iyi niyetli yönetilmediğini düşünüyorum. Bugün yaşadığımız en büyük sorunlardan biri de bu. Müzik hâlâ sanat olabilir; ama bunun için dijital sistemlerin sanatçıyı değil, sadece rakamları merkeze almaktan vazgeçmesi gerekiyor.

Abdussamed Tosun: Bugüne kadar yayınladığınız şarkılar arasında sizin için gerçek bir dönüm noktası olan hangisi oldu? Neden?

Gökhan Akar: Aslında yayınladığım her proje, her şarkı hayatımda ayrı bir dönüm noktası oldu. Çünkü her biri beni hem müzikal hem de kişisel anlamda başka bir yere taşıdı. Ancak bunların arasında en çok hit olan, en geniş kitlelere ulaşan ve tüm radyolarda yoğun şekilde çalınan bir şarkı olarak “Aşktan Ötesi” özel bir yerde duruyor.

Bugün geriye dönüp bakıldığında, “hangisi senin için dönüm noktasıydı?” diye sorulsa, insanların aklına ilk olarak bu şarkının gelmesi de bunu doğruluyor. O şarkı, hem dinleyiciyle kurduğum bağı güçlendirdi hem de benim müzik yolculuğumda daha görünür bir eşik oldu.

Abdussamed Tosun: “Lafügüzaf” şarkınızda depremzede çocukları klibinize dahil ettiniz. Sizce sanat, toplumsal belleği canlı tutmanın en etkili yollarından biri olabilir mi?

Gökhan Akar: Kesinlikle öyle. Sanat, özellikle de müzik, toplumsal belleği canlı tutmak ve toplumsal şuuru ayakta tutmak için en güçlü araçlardan biridir. Bazen tek bir şarkı, koca bir toplumu harekete geçirebilir, insanlara unutmamaları gereken bir gerçeği yeniden hatırlatabilir. Çocuklar benim için her zaman kırmızı çizgi olmuştur. Deprem bölgesindeki çocuklar için daha fazla ne yapabilirim diye düşünürken, onları klibin bir parçası haline getirme fikri doğdu. Onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir anı bırakmak, kendilerini değerli hissetmelerini sağlamak bizi gerçekten çok mutlu etti. Bu, sadece bir klip değil; bir vicdan ve hafıza çağrısıydı.

Abdussamed Tosun: İzmir depreminin ardından yazdığınız “İzmir” şarkısında olduğu gibi, yaşanan büyük acıları şarkıya dönüştürmek sizde nasıl bir duygusal süreç yaratıyor?

Gökhan Akar: İzmir depreminden sonra İzmir’de kurulan çadır kentte vakit geçirmek, benim deprem trajedisiyle ilk gerçek yüzleşmem oldu. O sürecin ardından Elif ve Ayda bebekleri anlattığım “İzmir” şarkısı ortaya çıktı. Ancak asıl derin trajedi ve benim için gerçek anlamda bir olgunlaşma süreci, 6 Şubat depreminden sonra Hatay’da geçirdiğim sekiz ayda yaşandı.

Benim için şarkı yazmak başlı başına duygusal bir süreç yaratmıyor; tam tersine, şarkılar zaten yaşadığım ve yüzleştiğim duygusal sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Sokaklarda duyduklarım, gördüklerim, paylaştığım acılar, hissettiklerim… Tüm bunlar, Hatay’da yazdığım “Sessiz Çığlık” şarkısının kelimelerine dönüştü. Yani şarkılar, yaşadıklarımın bir özeti gibi.

Abdussamed Tosun: Sizce bir şarkıyı “eser” yapan şey nedir? Sadece popülerliği mi, yoksa insan ruhuna işleyip yıllar sonra bile aynı duyguyu uyandırması mı?

Gökhan Akar: Bir şeyin popüler olması, onu asla tek başına bir eser yapmaz. Bir şarkıyı eser yapan asıl unsur, insanların ruhunda ne bıraktığıdır. Hayatlarına ne kattığı, onlarda hangi duyguyu uyandırdığı ve toplumun kültürel hafızasında nasıl bir iz bıraktığı çok daha önemlidir. Gerçekten eser niteliği taşıyan şarkılar, yıllar geçse bile unutulmaz. Çünkü o şarkılar, belli bir dönemin duygusunu, acısını ya da umudunu içinde taşır ve toplumun hafızasında kalıcı bir yer edinir.

Abdussamed Tosun: Dijital platformlar sayesinde müzik daha erişilebilir ama aynı zamanda çabuk tüketilen bir hale geldi. Sizce bu değişim sanatçının üretim biçimini nasıl etkiliyor?

Gökhan Akar: Dijital platformlar müziğe erişim açısından büyük bir kolaylık sağladı; ancak bununla birlikte basit ve hızlı tüketilebilen şarkıların sayısını da ciddi şekilde artırdı. Yine de iyi şarkılar, bu hızla tüketilen düzenin içinde kaybolmaz.

Platformlar aslında sadece birer araçtır. Plaktan kasete, kasetten CD’ye, CD’den dijitale uzanan süreçte müzik taşıyıcıları değişti ama müziğin özü değişmedi. Ancak günümüzdeki dijital platformlar, tüm müzikleri aynı havuzda toplaması ve dinleyiciye algoritmalar üzerinden yönlendirme yapması nedeniyle sektörde doğal dengeyi bozdu.

Bu durum, ciddi bir adaletsizliğe ve dayatma politikasına dönüştü. İyi sanatçıları değil, daha basit ve hızlı tüketilen şarkıları öne çıkaran bir sistem oluştu. Sonuç olarak çoğunluk bu düzene uyum sağlamak zorunda kaldı, nitelikli işler geri planda kaldı ve iyi şarkılar üreten sanatçıların görünürlüğü ciddi şekilde azaldı.

Abdussamed Tosun: 6 Şubat depreminden sonra gönüllü olarak uzun bir süre Hatay’da kaldınız. O süreç sizin sanat anlayışınızı nasıl değiştirdi?

Gökhan Akar: 6 Şubat depreminden sonra deprem bölgesine giderken kafamda tek bir öncelik vardı: İnsanlara gerçekten dokunabilmek. Yaralarına bir nebze olsun merhem olmak, acılarını paylaşmak, orada yalnız olmadıklarını hissettirebilmek.. Sonrasında ise bütün bu yaşananların bana, ruhuma ve sanatıma ne katacağıydı. Çünkü Sezen Aksu’nun da çok doğru söylediği gibi, acı insanı büyütüyor. Acıdan geçmeyen şarkıların, söylenen sözlerin biraz eksik kaldığına inanıyorum. Hatay’da yaşadığım o süreç sadece müziğimi değil, bütün benliğimi ve ruhumu dönüştürdü, olgunlaştırdı. Sanırım bundan sonra yazacağım şarkılar daha dolu, daha gerçek, daha derin ve hayatın tam içinden olacak. Artık notaların arasında yaşanmışlık, sözlerin içinde gerçek hikâyeler olacak.

Abdussamed Tosun: Çocuklarla yaptığınız etkinlikler, müziğin bir “iyileştirici güç” olduğunu bir kez daha gösterdi. Sizce sanat, yaraları sarabilir mi?

Gökhan Akar: “Müzik ruhun gıdasıdır” sözü boşuna söylenmiş bir söz değil. Ben bugüne kadar ruhu bu kadar besleyen, bu kadar iyileştiren, motive eden ve insanı ayakta tutan başka bir güç görmedim. Sanat, özellikle de müzik, toplum için çok kıymetli ve vazgeçilmez bir yerde duruyor. İyileştiren, derinleştiren ve insanı dönüştüren bir etkisi var. Ama burada sanatçının niyeti de çok önemli. Eğer sanatçı bunu para ya da şöhret için yapıyorsa, ortaya çıkan işler ruhu beslemekten çok zarar verebiliyor. O zaman sanat iyileştiren değil, yaralayan bir şeye dönüşebiliyor. Sanatın gerçekten şifa olabilmesi için samimiyetle, insan için yapılması gerektiğine inanıyorum.

Abdussamed Tosun: Geriye dönüp baktığınızda müzik kariyerinizde sizi en çok dönüştüren kırılma anı hangisiydi?

Gökhan Akar: Hayatımdaki en büyük dönüşümü konservatuvar yıllarında yaşadım. Orası benim için sadece bir eğitim süreci değil, aynı zamanda kendimi tanıdığım, müziğe bakışımın şekillendiği bir dönemdi. Sonrasında ise yazdığım şarkıların gerçekten değişmeye başladığı, daha doğru, daha sağlam ve daha bilinçli yazdığımı hissettiğim bir süreç başladı. Bu da müzik sektörüyle, stüdyolarla ve aranjörlerle tanıştığım döneme denk geliyor. O ortamlar bana hem teknik hem de bakış açısı olarak çok şey kattı ve beni bugünkü müzikal çizgime taşıdı.

Abdussamed Tosun: Son olarak, bugüne kadar yaptığınız şarkılar, yaşadığınız deneyimler ve toplumsal sorumluluklarınız ışığında, Gökhan Akar’ın müzik yolculuğunda geride bırakmak istediği en kalıcı iz nedir?

Gökhan Akar: Müzik yolculuğumda örnek aldığım Neşet Ertaş, Barış Manço, Kayahan gibi büyük isimlere baktığımda, arkalarında bıraktıkları izleri çok net görüyorum. Toplumsal meselelere yaklaşımları, aşka ve dostluğa bakışları, şarkılarının insanlarda nasıl karşılık bulduğu hâlâ konuşuluyor. Ben de müziğimle böyle izler bırakabilmeyi isterim.

Mutlu olduğum bir işi yapıyorum. Sahnedeyken müzikseverlerle bütünleşmeyi, yazmayı, söylemeyi, duygularımı ve aşkı müzikle anlatmayı gerçekten seviyorum. Bu işi milyonların gözü önünde yaparken, önce insan olabilmeyi; ardından sanatçı kimliğimle topluma, özellikle gençlere yol gösterebilmeyi çok önemsiyorum. Yaşadığım bu güzel milletin değerlerine sahip çıkmak, onları yaşatmak ve buna katkı sunmak istiyorum. Zaman zaman yaralanan, üzülen toplumun yaralarına dokunabilmek, anlatırken iyileştirebilmek ve günün sonunda insana, insanlığa güzel bir miras bırakabilmek.. Ve geriye dönüp bakıldığında hoş bir seda ile, güzel anılarla anılabilmek, benim için asıl olan budur.

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.